Havada ölüm kokusu vardı.
Gök hırçındı.
Bir kalabalık, azgın bir sel gibi her adımda köpürerek geliyordu. O da ne?
Kalabalığın önünde onları kışkırtan da kim?
Bu nasıl ihanet?
“Gelin!” diyordu kendini yırtarcasına “gelin, size onun nerede olduğunu göstereyim!”
Daha dün akşam birlikte yemek yediği dostuna bir insan bunu nasıl yapardı. Halbuki ona sadakat sözü vermişlerdi. Ne oldu da şimdi azgın ve insafsızların en ön safında yer alıyordu.
Peygamberleri öldüren şehir şimdi bir yenisine şahit olmak üzere idi. Hem de en yakınından olan birinin ihaneti ile…
Bu durum ise ülke otoritesine başkaldırı demekti. Bu bir isyan demekti. Hem de affedilmeyecek bir isyan!
Yahudi alimler ve Romalılar sokak sokak onu aradılar. Ceza kesilmişti: “çarmıha gerilecek!”, “kemikleri kırılacak”, “isyan etmek neymiş” ona gösterilecekti.
Alan daralıyordu. Dünya tüm genişliğine rağmen daraltılıyordu ona…
Son gece yanındakilerle akşam yemeği yedi. Arkadaşlarının ayaklarını kendi elleriyle yıkadı. Ve onlara hitaben; “Bu ayaklarla dünyayı dolaşacaksınız, davamızı bu ayaklar yeni ülkelere taşıyacak”
Çember iyice daraltılmıştı. Her köşede, her yerde aranıyordu.
“Ben gidiyorum, beni anlamadılar” deyiverdi. Sesi kırılgandı… Havariler hıçkırıklara boğuldu.
“Ağlamayın, benim arkamdan gözyaşı dökmeyin, ben gitmeliyim, gitmeliyim ki ta Faraklit gelsin!”
Bütün peygamberler cennete açılan bir kapıydı. Faraklit (Hz. Muhammed) kapı değil, cennetin tam kendisiydi. Sözlerine şöyle devam etti cennete açılan son kapı: “içinizden biri horoz ötmeden önce üç defa inkâr edecek, birinizde az bir dünya karşılığında ihanet edecek.” On üç kişi idiler. İhanetin, sadakatin, inancın ve itaatin sınandığı sahnede sadece on üç kişi vardı. Son akşam yemeğinde Mesih ile beraber on üç kişi. Sonra oradan ayrıldılar, gecenin karanlığında kayboldular.
Biri hariç!
Yakalandı Romalı askerlere. Asker seslendi havari Peter’e
“İşte onun arkadaşlarından yakalayın, yaka paça götürün!”
Peter korkarak, “hayır onlardan değilim. Onu tanımıyorum” dedi.
Bir asker “ben seni hatırlıyorum. Kuzey lehçesi ile konuşuyorsun” diye bağırdı.
Peter “hayır onlarla uzaktan yakından alakam yok” diye cevap verdi titreyen sesi ile.
Bir üçüncüsü, “Nasaralı İsa’nın arkadaşlarından değil misin sen?” deyiverdi. Peter yine “hayır!” dedi çok uzaktan bir horoz sesi tam da gelmeden önce. Geceyi örtüsünden kaldırıp uyandıran bu sesle beraber Mesih’in ilk haberi de gerçekleşmiş oldu.
Gecenin ardından gelen gün geceden daha karanlık bir senaryo vadediyordu insan oğluna. İşte o gecenin gündüzünde Romalı askerlere hahamlar da karıştı. Onların kışkırtması ile halk da katıldı. Artık, kentten herkes İsa (as) ve havarilerinin avına çıkmıştı.
Romalılar anlaşılırdı!? Romanın askerleri anlaşılırdı! Haset ve kin sahibi hahamlar ve kalabalık güruh bile!?..
Ama birini anlamak, birini anlamlandırmak mümkün değildi.
Havarilerden(!) Yahuda İskartios,
Her birinin kendine göre sebebi olan o kalabalığın en önündeydi.
Havada ölüm kokusu vardı…
Gök hırçındı!
Kalabalık, azgın bir sel gibi her adımda köpürerek ilerliyordu. Önlerinde de son akşam yemeğinde İsa’nın yanında yer alan havari görünümlü olduğu halde. Hepsi peygamberlerini öldürme yarışındaydılar.
“Geliiin!!!” diyordu. “gelin, size İsa’nın nerede olduğunu göstereceğim!” diyerek, “İşteee, işte İsa!” dedi Yahuda İskartios
“Hani nerede?” dediler
“İşte!, işte..” diye haykırdı Yahuda.
“Göremiyoruz?” dedi Romalı askerler.
Gözler perdelenmişti. Melekler sarmıştı Mesih’in etrafını. Bir tek Yahuda’ya gösteriliyordu İsa.
Ancak bir anda “işte!” dedi kalabalık “İşte İsa!” “Tutun, yakalayın! Vurun!..”
Romalı askerler tutsağı yakaladı. “Yapmayın, etmeyin, ne yapıyorsunuz” dedi tutsak. Ancak Kalabalığın tutsağı dinlemeye niyeti yoktu. Ne dese ne yapsa nafile. Ve tutsak çarmıha sürüklendi.
Tutsak etrafına şaşırmış ve dehşetten irileşen gözleri ile bakarak ve yalvararak “yapmayın, ben İsa değilim” diye haykırdı. O böyle haykırdıkça “yalancı!” nidalarıyla karşılık buldu.
Kemikleri kırıldı tutsağın. El ve ayaklarından zincirli olduğu halde başına dikenli ağaç dalından yapılmış bir taç koydular. Taşlar yumruklar, hakaretler, küfürler hepsi havada uçuşup tutsakta hedefini buluyordu.
Alay ediyorlar; “göklerdeki kral, işte başına taç geçirdik. Kral taçsız olmaz” diye katıla katıla nara atıyorlardı. Zorla başına geçirdikleri hunnab ağacının dikenlerinin battığı yerler ise kanıyordu.
Çok acı çekiyordu tutsak. Tek başına çarmıhı taşıyor taş ve tekmelerin altında yürümeye çabalıyordu. Derken çarmıhı İsa’nın takipçilerinden Kirineli Simon’un sırtına verdiler. Çarmıhı Simon’a bırakan tutsak ayakta duramıyor, düşüyordu. Ayağa kalkamadıkça çarmıhtan daha ağır kırbaçlar iniyordu sırtına…
“Hadi vurun, öldürün!” sesleri yeri göğü inletiyordu. İstikamet Golgota tepesi idi. Bu tepeye boşuna Golgota demiyorlardı. İdamlıklar bu tepede infaz edilirdi. O sebeple adı kafatası tepesi olarak nam salmıştı.
Golgota tepesine kadar feci şekilde sürüklendi tutsak. Dünya adeta gazap olmuş üzerine iniyordu.
Tepenin zirvesine gelindiğinde eziyet ve çilenin en ağırı ve aşağılayıcı azabı yaşanıyordu artık.
Kollarını çarmıha bağladılar, balyozlar kalktı indi, paslı çivilerle avuçlarının ortasına. Çarmıha çakıldı tutsak.
Bütün insanlığa ibret olan o tutsak; İsa suretine büründürülen Yahuda İskartios’tan başkası değildi
Kanlar fışkırdı havaya, sonra ayaklarından akmaya başladı.
İsa suretindeki Yahuda düşmüştü kalabalığın payına…
Hain bu adam tamda “İşte bakın İsa!” dediği anda Allah, Mesihi göklere yükseltmiş, en son göründüğü yere doğru ilerleyen ve kalabalığı geride bırakan Yahuda’yı da Mesih’in suretine çevirmişti. Siretine giremeyen ve onun öğretileri ile boyanamayan Yahuda, Allah tarafından Hz. İsa suretine büründürülmüş ve ibretlik bir akıbete uğramıştı.
Şimdi Golgota tepesinde İsa suretinde Yahuda ve İki günahkarla beraber üç çarmıh kalktı havaya
Üç insan, üç kanlı çarmıh…
Üç insan çok geçmeden çarmıhta can verdiler.
Neden sonra insanlar çarmıhta astıkları kişinin Hz. İsa değil ispiyoncu hain Yahuda olduğunu gördüler. Kimseler görmeden hemen gömmek için mezar kazıp çarmıhtan indirdiler. Gömülmeden önce Yahuda’nın cebinden dünyalık adına sadece 30 dirhem gümüş çıkmıştı. Hz. İsa’nın yerini söylemesi karşılığında cebine koyduğu payına düşen ama ona yar olmayan dünyalık menfaati.
Cennetin son kapısını Yüce Allah bu şekilde korumuştu. Ta ki cennetin kendisi gelsin ve haklarında ihtilafa düştükleri Meryem ve oğlu İsa’nın hakikatini açıklasın…
“Ağlamayın, benim için arkamdan gözyaşı dökmeyin, ben gitmeliyim, gitmeliyim ki ta Ahyed (Ahmed) gelsin!”
Rivayetler Hz. İsa’nın yerine ihanet eden 13. havarinin çarmıha gerildiğini yazar. Peki başka rivayetler var mı? Acaba Hz. İsa yerine çarmıha gerilen Yahuda değil de bir başkası mı?
Bunun cevabını sanırım bir sonraki yazımızda öğreneceğiz.
—DEVAM EDECEK—